10 Ekim 2016 Pazartesi

Datça ve Diğer Şeyler


Selam! Bayağı oldu değil mi?
Öncelikle bu bir gezi yazısı değil.
Şu an projem için gereken ilk hazırlıklarımı tamamladım. Evet  yoğun tempoya yine başlıyoruz ! Özledim vallahi...

Bu yaz çok güzel ve özel geçti benim için. Gezmeyi çok sevdiğimi söylemiştim di mi ? (imla kurallarına ne de güzel uyuyorsun sen.)  Bu yaz Erzincan'dan sonra bir de 4 arkadaş Datça'ya gittik. Gezmek güzel, ama sevdiğin insanlarla gezmek ayrı güzel be... Olay şöyle oldu. Biz 16 yaşımızdan beri hep uzaklara gitmek beraber tatil yapmanın hayali ile yanıp tutuşurduk. "İşte şöyle yaparız, böyle yaparız arabayla gideriz,gezeriz röhaaeeey!!!" 
he canım he... O zamanlar ehliyet yok tabi hiç birimizde.(Gerçi bende hala yok.) Zaman geçti büyüdük(?). Geçen kıştan itibaren başladık planları yapmaya. "Oğlum orada Knidos'u görmeden gelmeyelim!" ya da "Fırat bir kumsalı var bayılacaksın, şöyle yapacağız, oraya gideceğiz, şuraya buraya, böyle yapacağız hede hödö...."
Biz insanlar ne garip yaratıklarız değil mi ? Yarına çıkacağımızın garantisi olmadığı halde, sürekli gelecek adına planlar yapar dururuz. Ben bu zat-ı muhteremlere sürekli "Oğlum durun daha yaza 8-9 ay var, hayırlısı" desem de içten içe deli gibi istiyordum ki yaz gelsin. Zaman geçti yaz geldi. Erzincan'a gitmiştim hani geçen yazı da bahsetmiştim. Döndükten sonra ne zaman buluşsak, sohbetin tamamına yakınını tatil adına planlarımız oluşturdu. "Benim kuzen Turgut da gelecek, onlar her sene gidiyor oraya, çok eğleneceğiz cidden gör bak..."
"Haydi bakalım az kaldı az !"

Bu arada(Her yazıda böyle konuyu dağıtmazsan olmaz yani...) geçen arkadaşım Didem, yazımı okuduktan sonra, "Valla, ben de yazıyorum ama, yazdıklarını birine okutmak cesaret işi" dedi. Yani doğru da söylüyor. Ama şöyle bir şey var. Ben bunları konuşarak herkese böyle rahatça anlatamam ki...
Yazmak bu yüzden bambaşka bir şey. Bazen konuşarak anlatamayacağımız şeyler olmaz mı? Yazının gücü burada ortaya çıkıyor diye düşünüyorum. Neyse nerede kalmıştık ?

Hee, bu arada (Bak ya! yine) gidene kadar da benim saygıdeğer arkadaşım Samet sürekli her gece "Şu kadar gün, şu kadar saat, şu kadar saniye kaldı" gibisinden mesajlar atarak başımızın etini yedi. "Başımıza bir şey gelirse sebebi sensin" diyerek uyardım onu defalarca. Onu da belirteyim istedim. Umarım okursun bu yazıyı Samet. Yapma bir daha :)

Yola çıkacağımız gün akşam olmak bilmedi sanki. Dün geceden yoğun çalışmama, hatta sabahlamama rağmen uyuyamadım. Yolda uyuyacağım diye çok korktum. Akşam oldu ve yola çıktık. Gece yolculuğu olduğu için yollar boştu. Demiştim ya gecenin anlamı yolculuklarda farklıdır benim için.Yolculuk sanki 10 saat değil de 2 saat gibi çabucak geçti.(Tabi, bunu arabayı kullanan Ömer için söylemek ne kadar doğru, bilmiyorum.) Sabah saatlerinde o çok sevgili Datça'ya ulaştık. Günaydın Datça !

Can Yücel'in  "Mekanım Datça Olsun" adlı bir kitabı var. Kitabına isim verecek kadar, belki de çok çok  daha fazla sevmiş Datça'yı... Demek ki bir şeyler var burada. Bakalım göreceğiz.

Akşamları kumsalda, şimdiye kadar ki en berrak gökyüzü karşıladı beni. Yıldızlar, sanki elini uzatsan sana el verecekmiş gibi... ayrıca hayatımda ilk defa bu kadar çok yıldız kaymasını bir arada gördüm. (Onlar asteroid bir kere...) Ay da burada parlak ve çok güzeldi. Yine beni yalnız bırakmadı. 
"Geçen yazımda, yaptığımız yarışlardan bahsettim biliyor musun?" 
Ses yok...

Datça'da ki Tarihi Yel Değirmenleri görülmeye değerdi. Bir an kendini Don Kişot'a bağlıyorsun. 

-Sancho arkada kalma, acele!
-Ne Sancho su oğlum?"
-Yok bir şey.

Değirmenler 1900'lü yıllara doğru yapılmış sanırım. Emek yatıyor içinde... Yorgunluk yatıyor...

Knidos Antik Kenti, beni çok etkiledi. M.Ö 400 lü yıllara dayanıyormuş kentin tarihi. Düşünsene, bir zamanlar o sahillerde küçük Knidoslu çocuklar koşuşturuyor, aşıklar el ele geziyordu. Kaç ayrılıklar, kaç kavuşmalar yaşanmıştı acaba bu sahillerde?(çok mu duygusal oldu?)  Ya da o büyük tiyatroda ne şenlikler, ne eğlenceler, ne oyunlar oynandı?  Alkış seslerini sanki duyuyor gibi oluyor insan cidden.
Hayat işte... Yıllar sonra belki bir gün yazılarımı okuyan birisi beni anacak, yazarken kafamdan geçenleri merak edecek, ya da "Bu da kendini duygu adamı zannediyor, manyak mıdır nedir bu herif Allah Allah!" diye uyuz olacak bana. Ne güzel di mi ehehehe. 

Tekne ile Knidos'tan uzaklaşırken "Tekrar görüşmek üzere..." demeyi de ihmal etmedim.

İlk defa bir bayramı arkadaşlarımla geçirdim. Gerçi artık bayramlar bayram gibi değil. "Yaşın kaç sanki, ihtiyarlar gibi: Nerede o eski bayramlar? diye triplere giriyorsun" diye düşünebilirsin. Ama gerçekten öyle. Acaba ben mi büyüdüm de artık o heyecanı yaşayamıyorum...Şahsen, bayram arifesi gecesi uyuyamazdım. Sahi sen bayramlarda hala heyecanlanıyor musun ?  Bence her şey sıradanlaşmaya başladı artık.

Dönüşler her zaman hüzünlü olur. Dönüşümüze iki gün kala, "Seneye de  buraya geliriz, bu sefer de şöyle yaparız, böyle yaparız..." şeklinde planlar yaptık geceleri. Ama bu sefer "daha çok var bekleyin" demedim. İçten içe hemen yaz gelsin diye hayıflandım. Küçükken, de böyleydim ben. Vedalaşmaları hiç sevmezdim. Bir Örnek: Teyzemin evine gittik diyelim, orada 10 gün mü kaldık, eve mi dönüyoruz? Eve dönünce ağzımı bıçak açmazdı. Üzülürdüm. Teyzemlerin küçük bir kuşu vardı Aliş diye hiç unutmam. Ondan ayrılacağım için bile üzülürdüm hehehe.

Ne garip değil mi ? misal, kardeşin çoook uzakta yaşıyor. Her sene seni görmeye geliyor, gelince 2-3 hafta geçiriyor seninle. Sonra gidiyor. İçini hüzün kaplıyor, sanki onu bir daha göremeyecekmiş gibi oluyorsun. Böyle düşünen bir tek ben değilim di mi ?

Datça'dayken de evimi ve ailemi özledim tabi ki orası da ayrı hehehe. Çok şükür onlara da kavuştum.

Gittiğim uzak yerlerden hatıra olarak yanıma mutlaka ufak bir taş alırım. Manevi değeri çok büyük olur benim için. Datça'dan da aldım. (Tamam seneye de gideceğim de, yarına garantimiz yok ne olur ne olmaz...)

Dönüşümüz ve vedalaşmamız da 15 günlük hareketlilik+17 saatlik yol yorgunluğuna rağmen çok enerjik oldu. Gece saatlerinde İstanbul'a ulaştık. İstanbul'da değişen bir şey yoktu. Ne değişebilir ki? Umarım bir daha ki gelişimde sen de değişmezsin Datça...

Samet ve Necip'i evlerine bıraktık.Arabada Ömer ile ben kaldık.

-Vay be,15 gün önce gitmek için plan yapıyorduk, bak gittik, geri geldik...
-Hakikaten ya.
-Seneye de gidelim lan.
-Gidelim tabi lan!
-Güzel eğlendik be ! dur çantamı alayım. Haydi görüşürüz.

Korna ile selamlama,
Arabanın uzaklaşması,
Kapanış.

-Ben geldim Anne, Baba !
Sarılmalar, hasret gidermeler...
-Ayyy ne biçim yanmışsın sen.
-Dur içeri gireyim...


Fin.






















** Bu arada bu yazıyı da Aliş'e hediye ediyorum.  Ulan Aliş, ne güzeldin sen...
Gerçi senden korkuyordum ama seviyordum da seni... Çocukluğuma ver...
Her neredeysen iyi ol.














10 Ağustos 2016 Çarşamba

Ay ile Koşu Yarışı

19.06.2016 Saat 22:35

Yoldayım...
Yolculukları çok, çok. ama çok seviyorum.Otobüs karanlığı yara yara ilerliyor. Tek tük, ıssız restoranlar, yol kenarına park etmiş tırlar ilişiyor gözüme. Yanımda küçük bir erkek çocuğu var, sünnet olalı iki gün olmuş. (Annesi söyledi) görseniz rengi sapsarı. ( pipisinin değil tabi ki de yüzü) Pek konuşkan değil sessiz sakin, ne desem kafa sallıyor bazen onu bile yapmıyor, çekingen bir tip...
Ay tüm haşmetiyle gökte... Ben küçükken ailem ile akşam yürüyüşlerine çıktığımda, kafamı kaldırıp yukarı bakardım. Ay yine o zaman da  tüm haşmetiyle gökte olurdu, ki zaten 4.5 milyar yıldır böyle.( Evet internetten baktım.) Ay benim dostum gibiydi. Ufacık, bodur halim ve cılız bacaklarımla: "Haydi seninle yarışalım !" derdim ve başlardım koşmaya. O da asla beni kırmaz peşimden gelirdi. Koşmaktan gücüm kalmayınca nefesim kesilirdi ve dururdum, o da dururdu... Asla oyunbozanlık etmezdi. Hani bulutlar hareket edince Ay veya Güneşi hareket eder sanırdık küçükken, işte bu da böyle bir şeydi. Çocukluk işte... çocukluk müthiş bir şey, kıymetini şimdi anlamaya başladım.
İşte şimdi de o zamanları yaşadığım ve uzun zamandır gitmediğim o parkurlara, memleketime gidiyorum. "Eh eskisi gibi yarışırız artık oraya gidince." diyorum, ses yok...
Yoldayım...
Yolculukları severim demiş miydim? evet demişim. Neyse bir daha demiş olayım. Yolculuğun her türlüsünü severim (Buna metrobüste veya metroda konserve olarak gitmek dahil değil.) ama gecenin anlamı yolculuklarda farklıdır benim için. Saatler ilerledikçe herkes uyurken ben uyanık olmayı severim. Hayatı bir film olarak düşünürsek eğer, bu insanlar benim karmaşık filmimin 14 saatlik kısmında yolcu rolündeki figüranlar olacaklar. Sonrasında ise çıkıp gidecekler. Kim bilir ne zaman göreceğim onları bir daha. Kim bilir...

İstanbuldan uzaklaştıkça ve tabi ki ışık kirliliğinden uzaklaştıkça, gökyüzü berraklaşıyor. Yıldızlar naz yapan sevgili gibi yavaş yavaş arz-ı endam ediyorlar tepemde. Dağ zirvesinde ışığı yanan ıssız klübeler görüyorum bazen. Ne güzeller...
Yolcular düşünceli, kimi telefonuna gömülmüş kimi uzaklara dalıp gitmiş. Acaba ne düşünüyorlar?
Bazen keşke düşünceleri okuyabilsem diyorum. Ama derhal vazgeçiyorum bu saçma sapan fikrimden. "Sen olsan saklı hazineni paylaşır mıydın ?" diye soruyorum kendime.
Yola çıkalı 4 saat oldu ve daha 10 saatim var. Sabah 8 gibi bitecek kısmetse yolculuk. Yanımdaki kardeşe baktım uyumuş. Rüyalar denizine balıklama atladı kerata...

Memleketimi görmeyeli 8-9 sene oldu. Geçen sene sevgili dedemi defnetmek için gittiğimizi saymazsak tabii. Onu saymıyorum, Soğuk bir kış sabahı defnettik dedemi, ve o günün akşamı köyden ayrıldık... Ayrılıklar ne kötü.

20.06.2016 Saat 05:29

Çocuk...
Allahım susmuyor.
Hani yazının başındaki çekingen, sapsarı, utangaç çocuk var ya, heh işte o. Başta "Ne sessiz çocuk" diye düşündüm, yanılmışım. Konuştukça konuşuyor, Yol boyunca gördüğü her köye :
"Aha bu bizim köy!" diyor. . Ben de kırmamak için:
"Aaa ne güzel sizin köyünüz." diyorum.(Bu sohbet saysam 30 kere tekrar etmiştir.) Çocuk işte...
İki dakika uyuyayım diyorum dürtüp başka bir şey söylüyor. He canım, he ciğerim tamam !
Yol boyu uyuyamadım zaten, uykusuzum. (Hani gecenin anlamı farklıydı senin için ne oldu o felsefi artist laflara ?) Nihayet susuyor. Karşımdaki küçük, çok  küçük bir çoçuk 7 yaşında. Onu kırıp incitemem, ne derse güzel bir şekilde cevap veriyorum ama yorgunluktan sinirim bozuluyor haliyle.
Kulaklığı taktım cama yaslandım, uyuyorum. Aaa, şimdi de yanımda dans etmeye başladı!
Annesi gece mola yerinde "Oğlanın okulu öğlen 12 de  ama bizimki sabah 7 de ayakta, o uyanınca ben de uyanıyorum haliyle, Gece sürekli üstlerini açmışlar mı diye kontrol ediyorum uykusuz kalıyorum ama anne olmak çok güzel, varsın uykusuz kalayım büyüyünce onların dizinin dibinde uyurum" dedi. Anneler... Baktım yanıma, uyumuş yine ....

Yolu izliyorum. Bir gölün kenarından geçiyoruz, tahminen Sivas'ta bir yerlerdeyiz. Sabahın sakinliğiyle beraber su tertemiz ve durgun. haliyle mükemmel yansımalar oluyor.





















10 dakika geçmedi, şiddetli bir irkilme ile uyandı bizimki.  Bayağı korktu belli. Bana, rüyamda zombi gördüm dedi. Yok yok korkma sen uyu dedim. Bir iki mırıldanıyor, tekrar susuyor. Uyudu...


Saat 07:30
Erzincan şehir merkezine yaklaşmışız. Bizim küçük oğlan birazdan inecek. Kah deli etti, kah gülümsetti. Filmdeki 14 saatlik rolünü hakkıyla yerine getirdi. 15 dakika geçmiyor inecekleri gara varıyoruz. Eşyaları ağır, haliyle annesinin de iki küçük çocuğu olunca yardım ediyorum.
"Kendine iyi bak dostum, zombilerden sakın korkma" diyorum. Uykulu gözlerini ovuşturarak:
"Döverim ki ben onları" diyor. Ve filmden çıkıp gidiyor.
 Seninle başka bir yolculukta görüşmek üzere...

Yarım saat sonra da biz indik. Yolculuk bitti herkes dağıldı. Annem ve kız kardeşim önde ben arkada, yürüyoruz. Yarım saatlik bir küçük yolculuktan sonra köye varıyoruz. Çok garip duygular hissettim ilk başta, İstanbul'da doğup büyümüş olsam da içimde bir şeyler buraya ait. Ay ile yarıştığım o patikadan geçiyorum. Yukarı bakıyorum, gözüm onu arıyor. Gün ışığında belli belirsiz ama tüm heybeti ile orada. Vakit kaybetmeden soruyorum.

"Akşam koşu yarışı yapalım mı ?"



2 Mayıs 2016 Pazartesi

Gece gece ışıkları kim yaktı ?

Ben yaktım! Herkes burada mı ben geldim, gece gece selamlar ! Hah kimse yokmuş. Şu anda saat 01:46 ve ben projem ile cebelleşiyorum. Ortalık çok sessiz, haliyle herkes uyuyor.. Sessizlik hoş değil midir sizce de? mesela gece güzeldir, gündüz de  ayrı bir güzel. İyi ki varlar... 
Nasıl oldu bilmiyorum ama aniden bir blog açma kararı aldım ve henüz daha 1 kaç saniyelik ömrü olan bu dostumla uzun ve unutulmaz bir yola çıkacağımı düşünüyorum.(Çok mu banal oldu sanki?)
Eh başlıyoruz...
İlk konumuz, renkli fasülyeler.
Neden mi?
Bilmem... 
Konuya verecek ad bulamadım. Eskiz defterimi açtım karşıma çıkan ilk iki kelime ilk yazımın konusu olsun dedim. Karşıma geçen dönem aldığım "Self Promotion" projesinden kalan çöp olmuş, tashihden geçememiş ve defterimde öylece kalmış bir fikir parçası olan Renkli fasulyeler çıktı.
Peki neden mı Renkli Fasulyeler?
Çünkü renkli fasulyeler başlangıçtır. Çocukluktur, heyecandır, kıpır kıpır rengarenktir. Kah bir oyun kah bir eziyettir. Kah eğlenceli kah sıkıcıdır. 1.sınıf demektir yahu! (Ah ne güzel zamanlardı...)




















Hatırladın mı bu küçük şeyleri ?  Bunların bir de kardeşi vardı hani böyle küçük küçük çubuklar. Bak şöyle:

















Heyecanla alınan ama sonraları hiç hatırlanmayan şeylerdir bunlar.
Bu arada hocama bu fikri ilk götürüp anlattığımda beğenmişti ama şunu demişti bana:
"Bize bu çirkin görünümlü plastik fasulyeleri fotoğraflamayacaksın, daha estetik şeyler düşüneceksin değil mi ? "
Haklıydı bunların kenarları çapaklı çapaklı olurdu.  zamanında o çapakları koparmak ayrı bir zevkliydi zaten.

Her neyse hocamdan şunu öğrendim. Eskiden öğrenciler kendi fasulyelerini kendileri istedikleri renklerde ve şekillerde boyarlarmış. Bunu anlatırken "çok eğlenceliydi..." dediği sırada gözlerindeki o ışıltıyı ve çocukluğa olan özlemini gördüm adeta. "Bence sen de büyük bombay fasülyeleri al ve onları boya şık durabilir" dedi.
Sonra dediğim gibi konu çöp oldu. Ben başka birşey yaptım. Ama boyadığım o fasülyeleri hala saklıyorum ve saklayacağım.


Neyse ben bu yazıyı yavaştan bitireyim. Saat şuan 02:10 yarın proje tashihi var uykumu almam lazım. Uykusuz kaldığım günler de gelecek yakında. Olsun mutluyum ben, ve herkesin de mutlu olmasını istiyorum.

Ucu bucağı olmayan bu internet ağına hoşgeldin Renkli Fasulyeler... umarım 1.sınıfı bitirdikten sonra dolaba kaldıran ve bir daha kim bilir ne zaman açacağı belli olmayan o kapalı kutular içinde yitip gitmezsin sen de...Umarım unutulmazsın... Bu gece kadehimi eskiden çok sevdiğimiz, başucumuzdan ayırmadığımız ama şimdi ne olduğunu bile hatırlamadığımız o küçük şeylere kaldırıyorum. (Bak sen.)

Selam tekrar naber?

Mini Hikâye - 3: Yorganın Altında

Bir deniz taşıtına o ilk defa bineceğim günü hiç unutamam. Deniz otobüsü diyorlardı.  Henüz fizikten, Arşimet'den bir haber, yüzme b...