Yoldayım...
Yolculukları çok, çok. ama çok seviyorum.Otobüs karanlığı yara yara ilerliyor. Tek tük, ıssız restoranlar, yol kenarına park etmiş tırlar ilişiyor gözüme. Yanımda küçük bir erkek çocuğu var, sünnet olalı iki gün olmuş. (Annesi söyledi) görseniz rengi sapsarı. ( pipisinin değil tabi ki de yüzü) Pek konuşkan değil sessiz sakin, ne desem kafa sallıyor bazen onu bile yapmıyor, çekingen bir tip...
Ay tüm haşmetiyle gökte... Ben küçükken ailem ile akşam yürüyüşlerine çıktığımda, kafamı kaldırıp yukarı bakardım. Ay yine o zaman da tüm haşmetiyle gökte olurdu, ki zaten 4.5 milyar yıldır böyle.( Evet internetten baktım.) Ay benim dostum gibiydi. Ufacık, bodur halim ve cılız bacaklarımla: "Haydi seninle yarışalım !" derdim ve başlardım koşmaya. O da asla beni kırmaz peşimden gelirdi. Koşmaktan gücüm kalmayınca nefesim kesilirdi ve dururdum, o da dururdu... Asla oyunbozanlık etmezdi. Hani bulutlar hareket edince Ay veya Güneşi hareket eder sanırdık küçükken, işte bu da böyle bir şeydi. Çocukluk işte... çocukluk müthiş bir şey, kıymetini şimdi anlamaya başladım.
İşte şimdi de o zamanları yaşadığım ve uzun zamandır gitmediğim o parkurlara, memleketime gidiyorum. "Eh eskisi gibi yarışırız artık oraya gidince." diyorum, ses yok...
Yoldayım...
Yolculukları severim demiş miydim? evet demişim. Neyse bir daha demiş olayım. Yolculuğun her türlüsünü severim (Buna metrobüste veya metroda konserve olarak gitmek dahil değil.) ama gecenin anlamı yolculuklarda farklıdır benim için. Saatler ilerledikçe herkes uyurken ben uyanık olmayı severim. Hayatı bir film olarak düşünürsek eğer, bu insanlar benim karmaşık filmimin 14 saatlik kısmında yolcu rolündeki figüranlar olacaklar. Sonrasında ise çıkıp gidecekler. Kim bilir ne zaman göreceğim onları bir daha. Kim bilir...
İstanbuldan uzaklaştıkça ve tabi ki ışık kirliliğinden uzaklaştıkça, gökyüzü berraklaşıyor. Yıldızlar naz yapan sevgili gibi yavaş yavaş arz-ı endam ediyorlar tepemde. Dağ zirvesinde ışığı yanan ıssız klübeler görüyorum bazen. Ne güzeller...
Yolcular düşünceli, kimi telefonuna gömülmüş kimi uzaklara dalıp gitmiş. Acaba ne düşünüyorlar?
Bazen keşke düşünceleri okuyabilsem diyorum. Ama derhal vazgeçiyorum bu saçma sapan fikrimden. "Sen olsan saklı hazineni paylaşır mıydın ?" diye soruyorum kendime.
Yola çıkalı 4 saat oldu ve daha 10 saatim var. Sabah 8 gibi bitecek kısmetse yolculuk. Yanımdaki kardeşe baktım uyumuş. Rüyalar denizine balıklama atladı kerata...
Memleketimi görmeyeli 8-9 sene oldu. Geçen sene sevgili dedemi defnetmek için gittiğimizi saymazsak tabii. Onu saymıyorum, Soğuk bir kış sabahı defnettik dedemi, ve o günün akşamı köyden ayrıldık... Ayrılıklar ne kötü.
20.06.2016 Saat 05:29
Çocuk...
Allahım susmuyor.
Hani yazının başındaki çekingen, sapsarı, utangaç çocuk var ya, heh işte o. Başta "Ne sessiz çocuk" diye düşündüm, yanılmışım. Konuştukça konuşuyor, Yol boyunca gördüğü her köye :
"Aha bu bizim köy!" diyor. . Ben de kırmamak için:
"Aaa ne güzel sizin köyünüz." diyorum.(Bu sohbet saysam 30 kere tekrar etmiştir.) Çocuk işte...
İki dakika uyuyayım diyorum dürtüp başka bir şey söylüyor. He canım, he ciğerim tamam !
Yol boyu uyuyamadım zaten, uykusuzum. (Hani gecenin anlamı farklıydı senin için ne oldu o felsefi artist laflara ?) Nihayet susuyor. Karşımdaki küçük, çok küçük bir çoçuk 7 yaşında. Onu kırıp incitemem, ne derse güzel bir şekilde cevap veriyorum ama yorgunluktan sinirim bozuluyor haliyle.
Kulaklığı taktım cama yaslandım, uyuyorum. Aaa, şimdi de yanımda dans etmeye başladı!
Annesi gece mola yerinde "Oğlanın okulu öğlen 12 de ama bizimki sabah 7 de ayakta, o uyanınca ben de uyanıyorum haliyle, Gece sürekli üstlerini açmışlar mı diye kontrol ediyorum uykusuz kalıyorum ama anne olmak çok güzel, varsın uykusuz kalayım büyüyünce onların dizinin dibinde uyurum" dedi. Anneler... Baktım yanıma, uyumuş yine ....
Yolu izliyorum. Bir gölün kenarından geçiyoruz, tahminen Sivas'ta bir yerlerdeyiz. Sabahın sakinliğiyle beraber su tertemiz ve durgun. haliyle mükemmel yansımalar oluyor.

10 dakika geçmedi, şiddetli bir irkilme ile uyandı bizimki. Bayağı korktu belli. Bana, rüyamda zombi gördüm dedi. Yok yok korkma sen uyu dedim. Bir iki mırıldanıyor, tekrar susuyor. Uyudu...
Saat 07:30
Erzincan şehir merkezine yaklaşmışız. Bizim küçük oğlan birazdan inecek. Kah deli etti, kah gülümsetti. Filmdeki 14 saatlik rolünü hakkıyla yerine getirdi. 15 dakika geçmiyor inecekleri gara varıyoruz. Eşyaları ağır, haliyle annesinin de iki küçük çocuğu olunca yardım ediyorum.
"Kendine iyi bak dostum, zombilerden sakın korkma" diyorum. Uykulu gözlerini ovuşturarak:
"Döverim ki ben onları" diyor. Ve filmden çıkıp gidiyor.
Seninle başka bir yolculukta görüşmek üzere...
Yarım saat sonra da biz indik. Yolculuk bitti herkes dağıldı. Annem ve kız kardeşim önde ben arkada, yürüyoruz. Yarım saatlik bir küçük yolculuktan sonra köye varıyoruz. Çok garip duygular hissettim ilk başta, İstanbul'da doğup büyümüş olsam da içimde bir şeyler buraya ait. Ay ile yarıştığım o patikadan geçiyorum. Yukarı bakıyorum, gözüm onu arıyor. Gün ışığında belli belirsiz ama tüm heybeti ile orada. Vakit kaybetmeden soruyorum.
"Akşam koşu yarışı yapalım mı ?"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder