Dışarıda felaket rüzgar var. Bir gürültü bir kıyamet ki sormayın. Islık
çalıp duruyorlar penceremde. Vallahi yastığımı küstürdüler bana. Zaten aramız
da limoniydi son birkaç gündür.
Kırgın yastığımla tam da aramızı düzeltmiş, bir nebze olsa da uykuya yaklaşmıştım
ki, densiz bir rüzgar sertçe çarpıp penceremi açtı. Bir solukta içeri girdi.
Beni taaa odanın girişine fırlattı.
“Bok vardı geldin! Çık dışarı.”
dedim sertçe.
O ise hiç aldırmadı, masanın üzerinde duran kitaplarımı karıştırmaya
koyuldu.
“Ne okuyorsun?” diye sordu.
“Seni alakadar etmez” dedim.
“Kitap okuyan birine göre fazla kabasın” diye ukalaca cevap verdi
Elinde Homeros'tan İlyada'yı tutuyordu. Sayfaları hızlı hızlı çevirdi.
Yavaş yırtacaksın diyerek tersledim; nafile, aldırmadı bile.
“Daha önce okumuştum, biraz sıkıcıydı” demez mi…
"Homeros'un kör olduğunu biliyor muydun?" diye ekledi.
Afallamıştım…
Evet biliyorum, kitabın önsözünde yazıyordu dedim.
Başını kitaptan kaldırmadan, “Ne güzel, önsözü okumuşsun.
İnsanların yarısı önsözü okumaz bile.” diye cevap verdi.
Ben de bazen okumam diyince, ıslıklı bir kahkaha patlattı. Islıklar
neresinden geliyordu anlamakta güçlük çekiyordum. Bu kadar gülecek ne vardı
anlamamıştım. Komik değildi, kendi çapında eğleniyordu işte...
“Artık gitsene sen” dedim.
“Allah aşkına bu gece burada kalayım, günlerdir yoldayım, takatim kalmadı”
diye tutturdu.
Hayda, olacak iş değil...
Yavrum, senin başka işin yok mu Allah aşkına, haydi git yoluna. Yarın işe
gideceğim erken kalkmam lazım. Kafamı bozma benim.
Beni bu saatte kapıya koyma, sabah erkenden yola çıkacağım. Benim de Avrupa'ya
gitmem lazım. Bu yıl geciktim biraz.” diye diretti.
Hayret bir olay... Odamda soğuk bir rüzgarı misafir edeceğim. Görülmüş şey
değil.
Çaresiz kabul ettim. Açıkçası haline de biraz acıdım desem yalan olmaz.
Yitik bir hali vardı. Görmüş geçirmişliğin verdiği bir yitiklikti bu. Kim
bilir neleri, nereleri görmüştü.
İyi madem, sen salonda uyu dedim. Kapıyı kapadım. (az önce uyu mu dedim?)
Ne saçmalamıştım ben? Rüzgar uyur muydu hiç?
Bunlar hep yorgunluktan, bitmeyen revizelerden, en iyisi uyumak…
Dün gece ne öğrendim?
Birincisi, rüzgarlar uyurmuş efendim, bal gibi uyurmuş. Üstüne üstlük bir
de horlarlarmış ki, sormayın! Sabahı zor ettim.
Uyandığımda çoktan gitmişti. Salon biraz soğuktu.
Ofise geldim, Oktay masasında oturmuş hazır noodle yiyordu. Sabahın köründe
yenecek şey mi bu? Leş gibi kokmuştu ortalık…
Dün başımdan geçenleri tek kelimesini atlamadan anlattım.
Bitirdiğimde, Oktay’ın yüzünde ifadesiz bir hal vardı. Dişini
karıştırıyordu:
"Rüzgarın horladığı nerede görülmüş oğlum, saçmalama.” Dedi ve ekledi “Ya
sana zahmet bir tane masada fotoğrafımı çek de hikayeme atayım be…"
Beynine sıçayım senin Oktay…