12 Ağustos 2018 Pazar

Mini Hikâye-2: Dövmeler

Günaydın. Bendeniz Karaköy sahilinde oturan bir bankım. Anam babam kimdir bilmem.
Dün gece çok yağmur yağdı, ıslandım biraz. Dangalağın biri (muhtemelen bir ayyaş) sabaha karşı, üzerime işemiş, ilaveten de bir güzel kusmuş; yağmur sabahtan kalma sidik, kusmuk ve biraz da martı bokuyla vücudumda manâsız, fazla soyut bir kompozisyon oluşturmuş. Saygısız herif bir de imzasını kazımış:
"Bedo"
10 bin avro diyorum, yok mu artıran?
....
Gerginim bu aralar. Allah'ın cezası inşaat bitmedi gitti.
Komşular da uyanmış, yine  ekmek kavgasındalar.
"Gak gak" ötüyorlar tepemde.
....

Serkan geliyor. Gün bundan daha kötü başlayamazdı. Serkan'ı hiç sevmem. O da beni pek az sever sanıyorum.
Orta büyüklükteki bir şirkette genel müdür yardımcısıdır. Laf aramızda karısını aldatıyor hergele. Burada metresleriyle kaç kere ayrılıp barıştı ben saymayı bıraktım vallahi. Beni buna alet etmesi öyle tepemi attırır ki, çekip gidesim gelir buralardan.
Ama nerede güzelim. Yarenlik edecek ne kol var ne de ayak...

İşte yine dozer çalıştı.
Of, başım.
....

Az önce geçen şişko adam bana Şevket Bey'i hatırlattı.
Ondan bahsetmezsem haksızlık olur.
Ermeni Lisesinde Tarih öğretmeniydi. Şık giyinirdi, kaliteli konuşurdu. Ama ayıptır söylemesi bir ter kokardı, vaayy düşman başına... Taşı delecek cinsten yahu. Bereket, Temmuzun dördü dedin mi, kaybolurdu ortalıktan. Gölcük'te yazlığı mı ne varmış.1999 Ağustosundan sonra bir daha göremedim kendisini. Depremde, göçük altında kaldı sanıyorum. Geriye kargacık burgacık imzası kaldı bende. Atatürk'ün imzasına pek benziyordu.
Yazık oldu.

....

Her dövme aslında birer yara değil midir?
Peki neden yaralar insan kendini?
Yıllardır bunu düşünür dururum. 
Seçme şansım olsa tek bir dövme yaptırmazdım.
Benim canım pek tatlıdır.

....

Güneşin yorgun göz kapakları düşüyor.
Alacağı olsun şu akşamın. Beraberinde hüznü getirmese olmaz mı? Son Karaköy vapuruna yetişmeye calışan memur Erdem bey de geliyor. Acıyorum adamcağıza. Bütün yük onun üstünde. Öksüz üç evladına ve topal anasına bakıyor. Eyvah bu sefer vapuru kaçıracak! Oh, şükür yetişti her akşam olduğu gibi. 
Ama koşuşturmaca bitmeyecek onun için. Muhtemelen vapurdan iner inmez kasaba koşacak, utana sıkıla 200 gram kıyma ya alacak, ya alamayacak. Sonrasında aldığı bir çiğnemlik eti, anasına verecek, o da şöyle bir bakacak, köfte fazla olsun diye basacak içine bayat ekmeği. Erdem bey biliyor ki köfte hepsine yetmeyecek, o yüzden ben yedim de geldim diyecek. Odasına çekilecek. İki senedir beklediği zammı ve rahmetli eşi Gülperi'yi düşüne düşüne aç yatacak.
Kıyma ucuz olsa, Erdem bey her gün koşup, ter içinde kalmasa, bir kerecik de vapur onu beklese ne çıkar? 
Batan güneş içimde hep keşkeleri doğuruyor, belki de bu yüzden sevmiyorum akşamı.

İşte böyle şekerim. 
Günler günleri yitiriyor.
Daha ne kadar buralarda olurum bilemiyorum.
Belediye buraları hep sökecekmiş, malum seçim yaklaşıyor.


Sevgi ve hürmetle.
...

Mini Hikâye - 3: Yorganın Altında

Bir deniz taşıtına o ilk defa bineceğim günü hiç unutamam. Deniz otobüsü diyorlardı.  Henüz fizikten, Arşimet'den bir haber, yüzme b...