Sigarayı bırakalı çok olmuştu. Dün gibi aklındaydı.
Son sigarasını 15 Mayıs 1999 akşamı, saat beşi 40, yok yok 39 gece yakmış, kalan sigaraları elinde unufak edip Karaköy vapurundan denizin köpüklü sularına savurmuştu. Bu sigarayı çok özlediği anlamına gelmiyordu elbette. Sadece aklında kalmıştı işte...Zaten İlkler ve sonların unutulduğu pek az görülmüştür.
Yakıcı güneşin altında sokakları birer birer geçti. Plajın önüne geldi. Çocukluğu burada geçmişti. Her yaz tatilinde ailecek bu şirin beldeye gelir, okullar açılana kadar kalırlardı. Öylesine seviyordu ki burayı, ilerlemiş yaşına rağmen buralardan kopmadı. Torunlarını yüzdüğü yerlerde yüzdürdü. Gençliğinde her akşam kafayı bulup, masasına kustuğu meyhanede damadı, kızı ve eşi ile birlikte sarhoş oldu.
Sadık bir yazlıkçıydı kısaca.
Kafede kim var kim yok diye bakındı.
Çocukluk arkadaşı Şevket oradaydı.
Garip adamdı bu Şevket...
Yazlıkçı dostlar her seferinde olduğu gibi kucaklaştılar. Bu küçük seremoniden sonra geçen bir senenin kritiğini yaptılar. Konu torunlara oradan da akıllı telefonlara geldi.
Refik bu konuda bayağı dertliydi:
-Yahu bizim kız ile damat hiç güzel çocuk yetiştiremiyorlar. Ufacık çocuğun eline veriyorlar telefonu sabahtan akşama kadar. Büyük olanı da aynı bütün gün internette geziniyor. İçim acıyor vallahi o radyasyon ne zararlı... Şimdilerde anne babalara bakıyorum; çocuk yemek yemiyor, ver eline telefonu. Ağlıyor, ver eline telefonu. Biz de çocuk yetiştirdik; böyle olmaz evet.
Şevket birasından bir yudum alıp hafifçe geğirdi. Ardından söz aldı.
-Bak şimdi. Bence sıkıntı tamamen yanlış kullanımdan kaynaklanıyor. İzninle iki kelam edeceğim. Bir yudum daha aldı.
Evvelâ çocuklar ne görse eline almak ister. Bu onların doğalarında vardır. Onun eline alabildiği şeyler ile etkileşime girmesi, dünyayı ve kendini tanıması için çok da gereklidir. Bizim coçukları hatırla, onlar da böyleydi ne görse elime alacağım diye tuttururlardı. Meselâ televizyon karşısında pür dikkat kesilir, izlerlerdi. Televizyonda onları çeken şey renkler ve hareket eden nesnelerdi. Artık televizyonlardan çok akıllı telefonlar ile etkileşim halindeyiz. Geçmişte televizyon küçük bir boyutta olsaydı, inan ki kimse onu cebinden ayırmazdı.
Gelişen teknoloji ile birlikte sekülerleşen dünyada konut sayısı da muazzam derecede arttı. Bizim zamanımızda sokaklarda çocuklar oynayabiliyordu. Şimdilerde yeşile hasret kaldık. Sokak kültürü kalmadı çocuklarda. Bütün gün evdeler. Dikine yapılaşmadan ötürü komşuluk da yok haliyle...
Günümüzde çalışan anne baba sayısı çok fazla.
İş yorgunluğu, ev işleri vs. derken çocuklarla ilgilenemiyorlar, kim bilir, belki de ilgilenmek istemiyorlar. Başından savmak için çocuğun eline telefonu verirse, çocuk otomatik olarak şöyle düşünür. Ulan bu ne acayip bir şeymiş. Nereye dokunsam bir hareket var. Canlı rengarenk... Nasıl olsa çıkıp oynayabileceğim bir bahçe yok. Burada benim için oluşturulmuş muazzam bir dünya var. Dışarı çıkmama hiç gerek yok. Annem babam en doğrusunu bilir, onlar da elinden düşürmüyor. Demek ki bu şey gerekli bizim için...
Coçuk senden ne görürse onu yapar. Çocuk bağımlı hale geliyor telefona haliyle. Onu elde etmek için yalandan gözyaşı döküyor. Zamanında sürekli eline tutuşturduğun telefonu veya bilgisayarı ondan almaya kalkarsan, tamamen bu ikisinden ibaret olan dünyasını elinden almana elbette izin vermeyecektir. İş işten geçmiştir artık... Burada onu suçlayabilir misin azizim? Hangimiz sahip olduklarımızdan kolay vazgeçebilir, hele sahip olduğumuz bizim her şeyimiz ise?
Anne ve baba doğru kullanımı kendileri de öğrenecek, çocuklara da öğretecek. Bu sorun ancak böyle çözülür kanaatimce.
-Doğru...
-Zaten farkındaysan yeni nesil bebekler ve çocuklar teknolojiyi hiç yadırgamıyorlar. Bizim çocukluklarımız ile kıyaslamaya kalksak bizden üç kumaş ilerideler. Onlar uzun yıllardan beri devam eden bir projenin toplanmaya başlayan meyvesi. Adapte oldular yani. Gelişen teknoloji seni buna zorluyor azizim, adapte olmak zorundayız. Adapte olamayan elenir bu böyledir.
Bu devirde teknolojiyi yakalayamayan, çağın gerisinde kalan insanların durumu çok zor.
Kas gücü, yerini düşünce gücüne; meydan savaşları, yerini düşünce savaşlarına bıraktı. Güçlü olmak için de bilmek, çok okumak, takip etmek ve araştırmak zorundayız.
Geleceğin teknolojisi VR (visual reality) azizim. Birçok şeyi bu sistem üzerine kuracaklar. Oyunlar, filmler, hatta sosyal yaşam. Öngörülüyor ki yakın bir gelecekte çocuklar kafalarında VR gözlükleri ile büyüyecekler. Bir simülasyonda yaşayacağız tıpkı Matrix gibi...
Refik son cümlelerden bir bok anlamadıysa da kafasını salladı. Ama duydukları hiç de iç açıcı değildi. Refik ne zaman Şevket ile konuşsa ona imreniyordu. Bu yaşlı osuruk bu kadar şeyi nasıl bilebilirdi? Dışarıdan bakınca: Şevket, göbeğindeki pamukçukları temizlemekten başka bir işi olmayan; asalak cılız bir ihtiyar gibiydi. Osursa havaya uçardı.
Üniversiteyi aynı sınıfta okumuşlardı. O zaman da böyleydi Şevket. Herkes alay ederdi onunla. Eşek kadar adam olmasına rağmen burnundan sümük eksik olmaz, "Adsız Çesme" diye takılırlardı ona. Garip adamdı Şevket, hâla da sümüklüydü.
Refik saatine baktı. Beşi 39 geçiyordu. Bir an daraldığını, bulantılar içinde kaldığını hissetti. Ağzının tadı, sanki geçen ömrünü ne kadar boş yaşadığından habersizmiş de, bundan yeni haberi olmuş gibi birden bozuldu. Yaşlılığın, tükenmişliğin ve boşluğun tadıydı bu.
Elenmenin tadıydı.
Arkadaşına döndü:
-Şevket be, canım çekti bir sigara versene ...