Tam uykuya dalacakken aniden gelen bir irkilme,
zaten günlerdir hasret kaldığı uykusundan etti Muratı. Yataktan kalktı
eliyle yüzünü oğuşturdu. Saatini kontrol etti, 04:45.
Neden uyumadan önce irkilir? Beyni, uzun süre hareketsiz
kalınca öldüğünü düşünüp de, onu yoklamak içi mi verir bu tepkiyi ?
Bugün de uyuyamadık anasını satayım diye söylendi
kendine. Son günlerde bu cümleyi çok tekrarlıyordu. Derme çatma evinin ufacık
penceresinden alacakaranlıkta zar zor seçilen dalgaları seyretti. “Bakalım
bugün neler getirdin bana.”
Yeni bir gün daha başlıyordu, Giyindi ve dışarı çıktı.
Lodosçu Murat diye bilinirdi çevresinde. Bazıları anarşist
Murat da diyordu. Lodosçuluk yaparak para kazanıyordu Murat. Lodosçu nedir
bilir misiniz ? Eski İstanbul’da
deniz kıyısında dolaşarak lodosla veya diğer fırtınalarla kıyıya vuran eşyaları
toplayan, sığ yerdeki kumları eleyerek para edecek şeyler arayanlara denir.
Onlar ekmeğini taştan değil sudan çıkarırlar. Bu meslek unutulsa da Murat hala bu işin neferiydi.
Ne iş yapıyorsun diye soranlar, “Lodosçuyum” dediğinde
akabinde bir bok anlamamışçasına Murat’ın yüzüne bakarak “Abi lodosçu ne ya
ahıahıahı” diye pis pis sırıtırlardı. O ise asla gocunmaz bıkmadan usanmadan
anlatırdı.
Sahile ulaştığında hava aydınlanmaya başlamıştı.
Günlerden ne olduğunu bilmiyordu. Pek de umurunda değildi zaten. Beline kadar
gelen çizmeleriyle yürürken çıkan ses, dalgalarla beraber müthiş bir ahenk
oluşturuyordu. Bambaşka bir hazdı bu onun için.
Az ileriden bir bağırtı duydu. Adımlarını hızlandırdı. Bir erkek çocuğu bağıra bağıra telefonla konuşuyor denize küfürler
savuruyordu. Henüz ilkokula gidiyor olmalıydı. Biraz daha yaklaştı. Amacı konuşulanları
duyabilmekti. Çocuk ağzından köpükler saçarak bağırıyordu.
“Bittin olum sen. Seni skecem ben rahat ol sen... Ne
yanıma mı gelcen veriyorum lan adresi gel lan ! Kapat kapat !”
Genç, Murat’ı görünce irkildi. Altına sıçacaktı
neredeyse.
“Ananı S… ! Abi
cin gibi çıktın karşıma bu saatte. Aklımı aldın. “
Murat hafif gülümseyerek “Senin aklını başkası almış
benden önce belli. Anamı da karıştırma binerim tepene. Yaşın kaç başın kaç.”
Şokun etkisinden çıkan çocuk görünümlü adam (!) Murat’a yaklaştı.
-Kusura bakma abi. Birden karşımda görünce aklım
çıktı. Murat’a bir sigara uzattı.
-Bu yaşta sigara mı içiyorsun? Eyvallah, içmiyorum ben.
Çocuk sigaradan bir duman çekti. ufacık yaşına göre
gayet de güzel içiyordu sigarayı. Koca bir adam gibi içiyordu. Daha henüz duman
ağzındayken, hafif balgamlı bir gırtlaktan gelen boğuk bir sesle konuştu:
-Napalım abi derdimiz var ondan içiyoruz.
Hadi lan sende ! Derdi varmış… Hem sen telefondakine gel
gel diyorsun niye yanlış adres veriyorsun lan godoş? Gelmeyeceğini biliyorsun
tabi ondan di mi? Ulan seni…
-Abi gerçek adresi verir miyim hiç? Sker valla beni.
-Tanıyor musun bu telefondakini niye tehdit ediyor seni?
-Yok be abi nereden tanıyacam. Facebook’tan sevgilime
yazmış. Ben de ona yazdım. İş büyüdü. Numaramı bulmuş ipne. İstanbul’da yaşıyor
o da. Profilinden baktım. Zor bulur beni hahaha. Abi sevgilim arıyor, kusura
bakma.
-Ulan nelerle uğraşıyorsunuz! Senin okulun derslerin
yok mu? Haydi eyvallah.
Murat birkaç adım ilerlemişken çocuk yine telefonda
küfürler savurarak konuşmaya başlamıştı bile.
Murat’ın aklına çocukluk aşkları geldi. Onların
zamanında böyle miydi? Ne kadar saf, temiz ve güzeldi… Hepi topu 10-15 senede
herşey nasıl bu kadar değişebilmişti ?
Onun zamanında MSN’de görüntülü konuşma vardı. Yaşadığı
ülkenin en büyük derdi komşu ülke ile girdiği “Pilav bize ait, Zeybek bize ait”
polemikleriydi. Aslında gençlere de pek kızamıyordu. Bu eğitim sistemi varken
kim okuluyla dersleriyle uğraşacaktı ki. Daha onun zamanında eğitimden sorumlu
lider vasıflı (olduğunu sanan) kişiler çıkıp “Matematik de neymiş, önce başka şeyleri öğretelim dememiş miydi?”
Akabinde resim, müzik, matematik, fizik, kimya, biyoloji, felsefe dersleri
yasaklanmamış mıydı? Liseyle ilgili çok güzel hayalleri varken Ortaokulu bitirdikten
sonra bırakmıştı okulu. Okulu bırakmıştı ama okumayı bırakmamıştı. Bir işte
girdi, kazancının yarısını kitaplara harcıyordu, bulabildiği kadar kitap
alıyordu. Kitapların da bir gün satışının yasaklanmayacağını kim bilebilirdi?
Herşeye rağmen umutluydu. Güneşin her batışında içini buruk bir mutluluk kaplıyordu. Her düşüşün bir kalkışı
vardı. Güzel günlerin geri geleceğine emindi. Umudunu daima canlı
tutuyordu. Tıpkı yeni günde fırtınaların ve dalgaların ona güzel şeyler
getireceğini beklemek gibiydi bu...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder