Selam! Bayağı oldu değil mi?
Öncelikle bu bir gezi yazısı değil.
Şu an projem için gereken ilk hazırlıklarımı tamamladım. Evet yoğun tempoya yine başlıyoruz ! Özledim vallahi...
Bu yaz çok güzel ve özel geçti benim için. Gezmeyi çok sevdiğimi söylemiştim di mi ? (imla kurallarına ne de güzel uyuyorsun sen.) Bu yaz Erzincan'dan sonra bir de 4 arkadaş Datça'ya gittik. Gezmek güzel, ama sevdiğin insanlarla gezmek ayrı güzel be... Olay şöyle oldu. Biz 16 yaşımızdan beri hep uzaklara gitmek beraber tatil yapmanın hayali ile yanıp tutuşurduk. "İşte şöyle yaparız, böyle yaparız arabayla gideriz,gezeriz röhaaeeey!!!"
he canım he... O zamanlar ehliyet yok tabi hiç birimizde.(Gerçi bende hala yok.) Zaman geçti büyüdük(?). Geçen kıştan itibaren başladık planları yapmaya. "Oğlum orada Knidos'u görmeden gelmeyelim!" ya da "Fırat bir kumsalı var bayılacaksın, şöyle yapacağız, oraya gideceğiz, şuraya buraya, böyle yapacağız hede hödö...."
Biz insanlar ne garip yaratıklarız değil mi ? Yarına çıkacağımızın garantisi olmadığı halde, sürekli gelecek adına planlar yapar dururuz. Ben bu zat-ı muhteremlere sürekli "Oğlum durun daha yaza 8-9 ay var, hayırlısı" desem de içten içe deli gibi istiyordum ki yaz gelsin. Zaman geçti yaz geldi. Erzincan'a gitmiştim hani geçen yazı da bahsetmiştim. Döndükten sonra ne zaman buluşsak, sohbetin tamamına yakınını tatil adına planlarımız oluşturdu. "Benim kuzen Turgut da gelecek, onlar her sene gidiyor oraya, çok eğleneceğiz cidden gör bak..."
"Haydi bakalım az kaldı az !"
Bu arada(Her yazıda böyle konuyu dağıtmazsan olmaz yani...) geçen arkadaşım Didem, yazımı okuduktan sonra, "Valla, ben de yazıyorum ama, yazdıklarını birine okutmak cesaret işi" dedi. Yani doğru da söylüyor. Ama şöyle bir şey var. Ben bunları konuşarak herkese böyle rahatça anlatamam ki...
Yazmak bu yüzden bambaşka bir şey. Bazen konuşarak anlatamayacağımız şeyler olmaz mı? Yazının gücü burada ortaya çıkıyor diye düşünüyorum. Neyse nerede kalmıştık ?
Hee, bu arada (Bak ya! yine) gidene kadar da benim saygıdeğer arkadaşım Samet sürekli her gece "Şu kadar gün, şu kadar saat, şu kadar saniye kaldı" gibisinden mesajlar atarak başımızın etini yedi. "Başımıza bir şey gelirse sebebi sensin" diyerek uyardım onu defalarca. Onu da belirteyim istedim. Umarım okursun bu yazıyı Samet. Yapma bir daha :)
Yola çıkacağımız gün akşam olmak bilmedi sanki. Dün geceden yoğun çalışmama, hatta sabahlamama rağmen uyuyamadım. Yolda uyuyacağım diye çok korktum. Akşam oldu ve yola çıktık. Gece yolculuğu olduğu için yollar boştu. Demiştim ya gecenin anlamı yolculuklarda farklıdır benim için.Yolculuk sanki 10 saat değil de 2 saat gibi çabucak geçti.(Tabi, bunu arabayı kullanan Ömer için söylemek ne kadar doğru, bilmiyorum.) Sabah saatlerinde o çok sevgili Datça'ya ulaştık. Günaydın Datça !
Can Yücel'in "Mekanım Datça Olsun" adlı bir kitabı var. Kitabına isim verecek kadar, belki de çok çok daha fazla sevmiş Datça'yı... Demek ki bir şeyler var burada. Bakalım göreceğiz.
Akşamları kumsalda, şimdiye kadar ki en berrak gökyüzü karşıladı beni. Yıldızlar, sanki elini uzatsan sana el verecekmiş gibi... ayrıca hayatımda ilk defa bu kadar çok yıldız kaymasını bir arada gördüm. (Onlar asteroid bir kere...) Ay da burada parlak ve çok güzeldi. Yine beni yalnız bırakmadı.
"Geçen yazımda, yaptığımız yarışlardan bahsettim biliyor musun?"
Ses yok...
Datça'da ki Tarihi Yel Değirmenleri görülmeye değerdi. Bir an kendini Don Kişot'a bağlıyorsun.
-Sancho arkada kalma, acele!
-Ne Sancho su oğlum?"
-Yok bir şey.
Değirmenler 1900'lü yıllara doğru yapılmış sanırım. Emek yatıyor içinde... Yorgunluk yatıyor...
Knidos Antik Kenti, beni çok etkiledi. M.Ö 400 lü yıllara dayanıyormuş kentin tarihi. Düşünsene, bir zamanlar o sahillerde küçük Knidoslu çocuklar koşuşturuyor, aşıklar el ele geziyordu. Kaç ayrılıklar, kaç kavuşmalar yaşanmıştı acaba bu sahillerde?(çok mu duygusal oldu?) Ya da o büyük tiyatroda ne şenlikler, ne eğlenceler, ne oyunlar oynandı? Alkış seslerini sanki duyuyor gibi oluyor insan cidden.
Hayat işte... Yıllar sonra belki bir gün yazılarımı okuyan birisi beni anacak, yazarken kafamdan geçenleri merak edecek, ya da "Bu da kendini duygu adamı zannediyor, manyak mıdır nedir bu herif Allah Allah!" diye uyuz olacak bana. Ne güzel di mi ehehehe.
Tekne ile Knidos'tan uzaklaşırken "Tekrar görüşmek üzere..." demeyi de ihmal etmedim.
İlk defa bir bayramı arkadaşlarımla geçirdim. Gerçi artık bayramlar bayram gibi değil. "Yaşın kaç sanki, ihtiyarlar gibi: Nerede o eski bayramlar? diye triplere giriyorsun" diye düşünebilirsin. Ama gerçekten öyle. Acaba ben mi büyüdüm de artık o heyecanı yaşayamıyorum...Şahsen, bayram arifesi gecesi uyuyamazdım. Sahi sen bayramlarda hala heyecanlanıyor musun ? Bence her şey sıradanlaşmaya başladı artık.
Dönüşler her zaman hüzünlü olur. Dönüşümüze iki gün kala, "Seneye de buraya geliriz, bu sefer de şöyle yaparız, böyle yaparız..." şeklinde planlar yaptık geceleri. Ama bu sefer "daha çok var bekleyin" demedim. İçten içe hemen yaz gelsin diye hayıflandım. Küçükken, de böyleydim ben. Vedalaşmaları hiç sevmezdim. Bir Örnek: Teyzemin evine gittik diyelim, orada 10 gün mü kaldık, eve mi dönüyoruz? Eve dönünce ağzımı bıçak açmazdı. Üzülürdüm. Teyzemlerin küçük bir kuşu vardı Aliş diye hiç unutmam. Ondan ayrılacağım için bile üzülürdüm hehehe.
Ne garip değil mi ? misal, kardeşin çoook uzakta yaşıyor. Her sene seni görmeye geliyor, gelince 2-3 hafta geçiriyor seninle. Sonra gidiyor. İçini hüzün kaplıyor, sanki onu bir daha göremeyecekmiş gibi oluyorsun. Böyle düşünen bir tek ben değilim di mi ?
Datça'dayken de evimi ve ailemi özledim tabi ki orası da ayrı hehehe. Çok şükür onlara da kavuştum.
Gittiğim uzak yerlerden hatıra olarak yanıma mutlaka ufak bir taş alırım. Manevi değeri çok büyük olur benim için. Datça'dan da aldım. (Tamam seneye de gideceğim de, yarına garantimiz yok ne olur ne olmaz...)
Dönüşümüz ve vedalaşmamız da 15 günlük hareketlilik+17 saatlik yol yorgunluğuna rağmen çok enerjik oldu. Gece saatlerinde İstanbul'a ulaştık. İstanbul'da değişen bir şey yoktu. Ne değişebilir ki? Umarım bir daha ki gelişimde sen de değişmezsin Datça...
Samet ve Necip'i evlerine bıraktık.Arabada Ömer ile ben kaldık.
-Vay be,15 gün önce gitmek için plan yapıyorduk, bak gittik, geri geldik...
-Hakikaten ya.
-Seneye de gidelim lan.
-Gidelim tabi lan!
-Güzel eğlendik be ! dur çantamı alayım. Haydi görüşürüz.
Korna ile selamlama,
Arabanın uzaklaşması,
Kapanış.
-Ben geldim Anne, Baba !
Sarılmalar, hasret gidermeler...
-Ayyy ne biçim yanmışsın sen.
-Dur içeri gireyim...
Fin.

** Bu arada bu yazıyı da Aliş'e hediye ediyorum. Ulan Aliş, ne güzeldin sen...
Gerçi senden korkuyordum ama seviyordum da seni... Çocukluğuma ver...
Her neredeysen iyi ol.